Overthinker Çağı; Algoritmaların Duygusal Sömürüsü ve Yeni Çağın Ruh Ticareti
Son yıllarda “overthinker”, “kaygılı zihin”, “enerji temizliği” gibi kavramlar sosyal medyada sıkça karşımıza çıkar oldu. TikTok, Instagram ve YouTube gibi platformlar, kişisel gelişim ile psikolojik sorunlar arasında belirsiz bir çizgi çizen içeriklerle dolup taşıyor. Artık sadece düşünmek değil, fazla düşünmek de bir etiket, bir kimlik haline geldi. Bu etiketin arkasında ise, kullanıcıların zihinsel kırılganlıklarını sömürerek dev bir sektöre dönüşen bir sistem var. Bu sistemin merkezinde ise algoritmalar, keşfet sekmeleri ve “şifacı” maskesiyle sahneye çıkan yeni nesil terapist figürleri yer alıyor.
Overthinking’in Yeni Rolü: Kimlik mi, Hastalık mı?
Overthinking, yani “aşırı düşünme”, psikolojide gerçek bir zihinsel davranış örüntüsüdür. Ancak bu terim sosyal medyada giderek romantize edilmeye ve içi boşaltılmaya başlandı. “Ben bir overthinker’ım” demek, derin düşünen, duygusal, özel biri olmanın kısa yolu olarak pazarlanıyor. Bu etiket, çoğu zaman herhangi bir teşhis, süreç ya da çözüm önerisi olmadan, yalnızca benlik sunumu için kullanılıyor. Bu durum, gerçek zihinsel problemleri olan bireylerin deneyimlerini gölgede bırakmakla kalmıyor; aynı zamanda herkesin bir şekilde “sorunlu” olduğuna inandıran bir atmosfer yaratıyor.
Algoritmalar ve Kaygı Ekonomisi
Sosyal medya platformlarının algoritmaları, kullanıcıların dikkatini çeken içerikleri öne çıkarmakla görevli. Duygusal içerikler — özellikle kaygı, yalnızlık, aşk acısı, değersizlik hissi gibi konular — daha fazla etkileşim alıyor. Bu da algoritmaların bu içerikleri daha çok kişiye göstermesine neden oluyor. Kısacası, üzgünsen görünürsün, kırılgansan algoritma seni sever.
Bu döngü, kullanıcıların duygusal olarak daha fazla içerik tüketmesine, zamanla daha fazla kaygı hissetmesine ve nihayetinde çözüm arayışına girmesine neden oluyor. Ve burada devreye “çözüm satıcıları” giriyor.
Yeni Ruh Ticareti;
Ritüeller, Aile Dizimleri ve Spiritüel Simsarlar
Keşfet sekmeleri yalnızca sorunu göstermiyor; çözümünü de sunuyor. Ancak bu çözüm önerileri çoğu zaman bilimsel temelden uzak ve ticari amaçla kurgulanmış alternatif yollar oluyor:
“Annenle yüzleşmediğin sürece hayatın düzelmez” gibi sloganlarla pazarlanan aile dizimleri,
“Enerji alanını temizle, bolluğu çek” söylemleriyle sunulan ritüeller,
Sembollerle konuşan, geçmiş yaşamları okuyan, çoğu zaman hiçbir geçerliliği olmayan “spiritüel danışmanlar”…
“Değiştirmeyi seçmediğin her şey, aslında sessizce onayladığın şeydir.”
Bu alanlar, algoritma sayesinde görünür oldukça, hem içerik üreticileri hem de danışmanlar için büyük bir ekonomik fırsat doğuyor. Duygusal sorunların “çözümüne” dair içerikler, hem ürün hem hizmet olarak kullanıcıya sunuluyor: Online şifa seansları, meditasyon atölyeleri, koçluk paketleri…
Popüler Kültür ve Tüketilebilir Ruh Halleri
Tüm bu sürecin temelinde, duyguların ticarileştirilmesi yatıyor. Kaygı, yalnızlık, kırgınlık gibi duygular birer ruh hali olmaktan çıkıp pazarlanabilir bir kimlik haline geliyor. Herkes biraz üzgün, herkes biraz kırık, herkes biraz “overthinker”. Böylece insanlar kendi duygularını dahi içselleştirmek yerine, sosyal medya şablonlarına uygun biçimde yaşamaya başlıyor.
Bunun sonucu:
-Gerçek çözümlere ulaşmak yerine sahte rahatlamalara yönelen bireyler,
-Sürekli yeniden “iyileşmek zorunda” olduğunu düşünen insanlar,
-Ve terapistlere, koçlara, dizimcilere bağımlı hale gelen koca bir kitle.
Sonuç peki;
Farkındalık mı, Farklılık Taklidi mi?
Overthinker çağı, aslında dijital dünyanın ruhsal pazarlama stratejilerinin bir yansımasıdır. Gerçek psikolojik destek ile algoritmaların dayattığı “trend terapiler” arasındaki farkın silikleştiği bir dönemdeyiz. Popüler kültürün bireyi tanımlayan değil, kalıplara sokan yaklaşımı, sosyal medyada zihinsel sağlığı bir stil haline getirmiştir.
Oysa ki zihinsel sağlık, etiketlerle değil; derinlikli, bilimsel ve bireysel süreçlerle sağlanabilir. Duygular satılamaz, iyileşme trend olamaz. Bu çemberin dışına çıkmanın ilk adımı da, kaygının kimlik değil, yaşanabilir bir süreç olduğunu kabul etmekten geçiyor.
“Nefret ve öfkeyle beslenen bir dünyada, bu karanlıktan çıkar sağlamaya çalışanlara karşı; Allah’a olan inancını, vicdanını, merhametini ve hoşgörünü korumak… İşte gerçek huzur, yaşamla dolu bir kalbin en büyük ödülüdür.”