
KARAMAN'IN KOYUNU SAHNEDE CAMBAZ OYUNU
E. General Fatih Bengi
KARAMAN’IN KOYUNU SAHNEDE CAMBAZ OYUNU
BOP( Büyük Ortadoğu Projesi)/BİP(Büyük İsrail Projesi) sürecinin aşamalarından birisinin tanığı olduğumuz şu günlerde bize işaret edilen ipteki cambaza; cambaza bakdiyenlere; cambazı yetiştirip ipe çıkartanlara ve bazıları cambaza bakarken komut bekleyen Karaman’ın koyunlarına; pirincin içindeki, dişimizi asıl kıran beyaz taşlara tarihsel süreç bağlamında bakalım istiyorum.
Tarihsel Arka Plan
Orta Doğu; tarih boyunca büyük güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olmuş, etnik ve mezhepsel fay hatlarının belirlediği jeopolitik bir merkezdir. Bu bölge enerji kaynakları, stratejik geçiş yolları ve dini/kültürel çeşitliliği nedeniyle küresel güçlerin müdahale alanı hâline gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Holokost bahanesiyle 1948’de İsrail’in bir oldubittiyle Filistin topraklarında devlet olarak ilan edilmesi, önceki büyük savaşla başlayan toplumsal mühendislik hareketinin bir nevi devamı niteliğindedir. Her iki savaş sonucunda da bölgenin Müslüman halkları gerileyip, güç kaybederken bölge dışı (özellikle Avrupalı) güçlerin Orta Doğu halkları ve siyaseti üzerindeki kontrolü daha da artmıştır. Tümüyle Batı desteğiyle İsrail Devleti’nin kurulması bu yöndeki adımların en somut nişanesi durumundadır.
II. Dünya Savaşı'nın galibi olarak ABD'nin kuruluşuna öncülük ettiği BM'nin 29 Kasım 1947 tarihli Taksim Kararı’na göre 14 Mayıs 1948'de kurulan İsrail'in hamisi ABD olmuştur. Yahudileri; İngiltere’nin yaptığı gibi, ABD de Kızıldeniz Stratejik Hedef Alanı'nın Asya-Avrupa ve Hint Okyanusu-Akdeniz geçişlerini nezarette ve Doğu Akdeniz’ikontrolde bir vasıta olarak kullanmıştır. ABD, İsrail’i stratejik olarak kullanırken İsrail de ABD stratejisine uygun davranarak kendi stratejisini uygulamaya koymuştur. İsrail'in kendi imkânları ile yok edemeyeceği bir tehdide karşı da ABDİsrail’in yardımına koşmaktadır.
1947'de Birleşmiş Milletler Filistin Bölgesi Paylaşım Planı, İsrail Devleti'nin sınırlarını tanımlar, ancak bu planın kabul edilmesi ve uygulanması konusunda büyük zorluklar yaşanır. Filistinli Araplar ve komşu Arap ülkeleri, İsrail Devleti'nin kurulmasını ve bu planı reddederler. Bu, bölgede büyük bir çatışmanın başlamasına yol açar.
Sovyet Rusya'nın zayıfladığı ve ABD'nin Soğuk Savaş'ın galibi olarak çıktığı dönemde, ABD'nin galibiyetinden en fazla istifade eden İsrail olmuştur. Filistinli Arapları gettolara hapsederek oluşturulan Homojen Yahudi Devleti bütün Filistin'i içine alacak şekilde genişletilirken bu merkezin etrafında peyk devletçik ve yapılar oluşturulmuştur. İsrail; bu birinci peyk halkasının dışındaki devletlerde yani Irak, İran, Arabistan, Sudan, Mısır, Kıbrıs, Türkiye ve Suriye'deki bütün gelişmeleri yakından takip edip çeşitli müdahaleler yapmıştır, hatta son dönemde saldırılar bile düzenlemektedir.
İsrail’in amacı; Homojen Yahudi Devleti’nin çeperini sağlamlaştırırken daha dışarıda kalan ikinci derecedeki devletlerin kendisine tehdit oluşturmasına engel olmak, güçlerini farklı şekillerde imha ederek onları ya etkisiz hale getirmek ya da İsrail için makbul birer devlet haline dönüştürmektir.
Bu bağlamda İngiltere’nin Ortadoğu Planı Osmanlı’nın tarih sahnesine gömülmesi ve İsrail’in doğuşu ile eşdeğerdir. ABD’nin Ortadoğu Planı’nda yer alan öncelikli amaç -1980'lerden itibaren uygulamaya konulan Oded Yinon Projesi kapsamında- 1918 yılında ulus devletlere bölünen bu coğrafyada Türkiye de dâhil olmak üzere Ortadoğu Devletleri’ni mezhep ve şehirlere bölmektir. Türkiye, Suriye, Mısır, Pakistan, Irak ve Libya ilk hedef ülkeleridir. ÖrneğinIrak ve İran, İsrail için önemli bir tehdit görülmüş; İsrail için Irak- İran Savaşı başlatılmış ve bu savaş dokuz yıl sürmüştür.
2003 yılında MOSSAD’ın, Şam Sednaya Hapishanesi’nde kurdurduğu ve diğer adı IŞİD (DAİŞ) olan terör örgütü bölgede ABD'nin maşası olarak halen aktif olarak çalışmaktadır.
Lübnan neredeyse beş parçaya bölünmüştür. Tıpkı Irak'ın Şii, Sünni ve Kürt olarak üçe bölünmesi gibi Suriye - onlarca yabancı askeri üssüyle- şimdilik en az beş parçaya bölünmüştür. Suriye'nin Şam-Lazkiye bölgeleri arasında yani Akdeniz kıyısında Şii bir Alevi devleti; Halep bölgesinde Sünni bir devlet, Türkiye ve Suriye arasında PKK-PYD devleti ayrıca Şam'da Türkiye'ye düşman bir merkezî hükümet; Suriye’nin güneyinde, Havran ve Kuzey Ürdün’de de bir Dürzi devleti kurulacaktır. Libya üçe bölünmüş; Yemen ve Sudan ise parçalanmıştır.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın esas sebebi de Wagner grubunun etkinliğine son vererek Afrika ve Suriye'deki üsleri ele geçirmektir. Çünkü küreselcilerin kuklası olarak görülen Ukrayna üzerinden Batı, Rusya'yı kutuplara hapsetmek istemektedir.
2010’lu yılların başlarında Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi, Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali gibi otoriter liderlerin devrilmesiyle güç kazanan Arap Baharı Dalgası, sonraki dönemde yine bölge dışı Batılı güçlerin müdahalesiyle tersine dönmeye başlamıştır. Önce Mısır’ın seçilmiş lideri Muhammed Mursi’nin 2013 yılında askeri darbeyle devrilmesi; ardından Libya’da uluslararası ölçekte tanınan Trablus Hükümeti 'nin General Hafter öncülüğündeki isyanla devrilmeye çalışılması bize bölgenin küresel çetelerin menfaatleri yönünde dizayn edilmeye çalışıldığını açıkça gösteriyor.
İran; nüfusu, petrolü ve doğalgazı ile Pakistan; nükleer gücü ile Türkiye ise siyasî, askerî ve insanî gücü ile İsrail'i tehdit etme yeteneğine sahip devletlerdir.
Yunanistan'daki ABD askeri üslerinin başlıca sebebi Doğu Akdeniz Enerji Havzası’nda Türkiye'nin Akdeniz'deki enerji kaynaklarından faydalanmasını önlemektir. ABD’nin İsrail’e destek için uçak gemisi göndermesi, PYD'ye onlarca ton silah vermesi, Suriye ve Irak'ta 21 askeri üs açması Türkiye'yi güneyden kuşatmaya çalıştığını gösteriyor.
ABD ve İsrail’in ortak amaçları ise Çin’i bölgeden çıkarmak;kendilerine tehdit olarak gördükleri ülkeleri pasifize etmek;Hindistan'ın Baharat Yolu’nu güvence altına almaya çalışmaktadır. Çünkü Gazze, Çin karşıtı Hint-Batı Yolu’nun da kontrol noktasıdır.
Görüldüğü kadarıyla burada medeniyetler çatışmasının ana hatları da ortaya çıkmıştır: Rusya, Çin ve Müslümanlar ile küreselci çete (ABD/İsrail) arasında medeniyetler çatışması çıkarmak. Çünkü küresel çetenin amacı İsrail'den çok başkenti Kudüs olan ve küresel sermaye şirketlerininkontrolündeki tek bir dünya devleti kurmaktır bu nedenle bu savaş; sadece İsrail'in savaşı değildir, Pearl Harbour’dan (7 Aralık 1941) veya 11 Eylül'den kim kazanç elde ettiyse onların savaşı olarak görülmelidir.
İsrail’in güvenlik doktrininin temelini, devletin varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğu tezi oluşturur: Holokost, antisemitizm ve İsrail’in meşruiyet problemleri gibi tarihsel deneyimler, ideolojik kaygılar ve bölgesel koşullar İsrail’in kendini sürekli tehdit altında hissetmesine neden olmaktadır.İsrail’in güvenlik doktrinindeki temel sütunlardan biri olan bölgesel yalnızlık, İsrail’in kuruluşundan bu yana çevresindeki Arap ve Müslüman ülkelerle yaşadığı çatışmalı ilişkiler sonucunda şekillenmiştir. İsrail’in “Güvenebilecek hiçbirmutlak müttefik yoktur.” anlayışı güvenlik doktrininin bir diğer sütununu oluşturmaktadır. Üçüncü stratejik ayak olan hasım unsurlar arasında ayrışma ve bölünmeyi teşvik etmeçerçevesinde bölgesel düşmanların bir araya gelmesini engellemek amaçlanmaktadır.
İsrail’in güvenlik stratejisinde hasım unsurlar arasında ayrışma ve bölünmeyi teşvik etme yaklaşımı, sadece devlet aktörleriyle sınırlı kalmayıp devlet altı yapılar ve bölgesel azınlıklar üzerinden de şekillenmiştir. Bu bağlamda İsrail, doğrudan veya dolaylı yollarla Orta Doğu’daki etnik, mezhepsel ve siyasi fay hatlarını derinleştirmeye çalışmıştır; PKK/PYD gibi terör örgütleriyle örtülü temaslar, Türkiye’nin güvenlik önceliklerini baskı altına alma ve Suriye-Irak hattındaki Türk etkisini sınırlama amacı taşımaktadır. Aynı şekilde, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile geliştirilen ilişkiler, Irak’ın siyasi bütünlüğüne karşı bir kırılma alanı oluştururken İsrail’in bölgedeki etkinliğini artırmasına olanak sağlamıştır. Özellikle IKBY’nin 2017’deki bağımsızlık referandumu sürecinde İsrail’in açık desteği, bu yaklaşımın somut bir örneğidir. Buna ek olarak bölgesel azınlık grupları ve terör örgütleriyle sürdürülen temaslar, İsrail’in çevresindeki ülkelerde iç istikrarsızlıkları körükleyerek bu ülkelerin İsrail karşıtı politikalar üretme kapasitelerini zayıflatma çabasının bir parçası olarak yorumlanabilir.
İsrail’in güvenlik doktrini, yalnızca kendi sınırları içerisindeki tehdit algılarıyla sınırlı kalmamakta; bölgesel dinamikler çerçevesinde şekillenen çok katmanlı bir stratejiye dayanmaktadır. Bu bağlamda Kıbrıs ve Suriye, İsrail’in çevresel güvenlik kuşağında özel önem atfettiği iki kilit coğrafya olarak öne çıkmaktadır. Hem askeri tehditlerin sınır ötesinde bertaraf edilmesi hem de enerji güvenliği, istihbarat faaliyetleri ve bölgesel dengeleme politikaları açısından bu iki alan, İsrail’in stratejik planlamalarında belirleyici rol oynamaktadır.
Ayrıca, KKTC’de Türkiye’nin askeri varlığı, İsrail için bir tehdit olarak değerlendirilmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasındaki ihtilaflı durum, İsrail tarafından Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını maksimize etmek için değerlendirilmiştir. İsrail, GKRY ile enerji ve güvenlik alanlarında stratejik iş birlikleri geliştirerek bölgedeki Türk varlığını dengelemeyi ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki nüfuzunu sınırlamayı amaçlamaktadır. Bu hedef doğrultusunda, Güney Kıbrıs’a kurduğu “Demir Kubbe” hava savunma sistemi, İsrail’in bölgedeki çıkarlarını koruma ve askeri etkisini artırma çabalarının önemli bir parçasıdır. Türkiye’nin KKTC üzerinden Doğu Akdeniz’de aktif ve kararlı bir aktör olarak varlık göstermesi, İsrail’in bölgedeki stratejik manevra alanını daraltmakta ve enerji projelerinin güvenliği açısından belirsizlik oluşturmaktadır. İsrail, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki etkisini sınırlamak amacıyla özellikle enerji kaynakları konusunda GKRY ile iş birliğini derinleştirmiştir. Bu adım, İsrail’in GKRY ile güvenlik alanındaki iş birliğini güçlendirirken Türkiye’nin bölgesel etkisine karşı dolaylı bir stratejik denge oluşturmayı amaçlamaktadır.
GKRY’deki güçlü “Türk karşıtı” tutumlar, İsrail’in bu ortaklığı derinleştirmesi için elverişli bir zemin oluşturmaktadır. Benzer şekilde İsrail; KKTC’deki Türkiye karşıtlığını, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki güç projeksiyonunu zayıflatmak, enerji ve güvenlik ortaklıklarını pekiştirmek ve kendi bölgesel nüfuzunu güçlendirmek için stratejik bir araç olarak kullanmaktadır. Bu yolla hem KKTC’nin uluslararası alandaki yalnızlığı derinleştirilmeye hem de Türkiye’nin bölgedeki itibarı zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Böylece İsrail, bölgedeki Türk etkisinin meşruiyetini sorgulatma fırsatı yakalamaktadır.
Türkiye’nin Suriye’de artan askeri ve siyasi etkisi, İsrail’in sınır güvenliği ve bölgesel nüfuz politikalarını doğrudan etkileyebilecek çok boyutlu bir tehlike olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin Filistin meselesindeki aktif tutumu, Tel Aviv’in bölgedeki diplomatik manevra alanını daraltmaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin hem Suriye sahasında hem de KKTC’deki etkisini genişletmesi, İsrail’in Doğu Akdeniz’de GKRY ve Yunanistan ile kurduğu enerji ve güvenlik ortaklıklarını zayıflatma potansiyeline sahiptir. İsrail, Ankara’nın güney sınırlarına yakın bir bölgede kalıcı bir güç haline gelmesini, yalnızca bir jeopolitik meydan okuma olarak değil, aynı zamanda kendi güvenlik doktrinine yönelik uzun vadeli bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’deki varlığı, askeri dengeleri değiştiren bir unsur olmanın ötesinde, Filistin’den Doğu Akdeniz’e uzanan daha geniş bir stratejik rekabetin parçası haline gelmektedir.
Suriye iç savaşıyla birlikte şekillenen yeni güvenlik ortamı ve devlet dışı aktörlerin yükselişi, bölge ülkelerinin ulusal güvenlik önceliklerini yeniden tanımlamalarını zorunlu kılmıştır. Özellikle Türkiye, güney sınırlarında oluşan tehditlere karşı daha proaktif bir dış politika izlemeye başlamıştır. Bu bağlamda, İsrail’in bölgedeki aktörlerle olan ilişkileri, özellikle PYD/YPG ile yürüttüğü temaslar, Türkiye’nin milli güvenliği açısından kritik bir tehdit oluşturmaktadır. İsrail’in bu gruplara yönelik stratejik ilgisi sadece taktiksel bir ittifak değil, uzun vadeli bölgesel güvenlik dengelerini değiştirme potansiyeline sahip bir hamledir. PYD/YPG’nin Suriye’nin kuzeyinde artan varlığı ve özerk bir yapı kurma girişimleri, Türkiye’nin sınır güvenliğini doğrudan tehdit ederken İsrail’in bu oluşuma olan desteği, tehdidin çok boyutlu hâle gelmesine neden olmaktadır. İsrail’in PYD/YPG’ye olan ilgisi; İran’ın Suriye ve Lübnan’daki etkisini kırma çabası, Türkiye’yi dengeleme isteği ve Kürt hareketlerine yönelik tarihsel desteğiyle bağlantılıdır. Ayrıca İsrail, bölgesel istikrarsızlıkları kendi güvenlik stratejisi doğrultusunda yönlendirme eğilimindedir. PYD/YPG ile kurduğu temaslar, bu stratejik yaklaşımın bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir.
BİP/BOP
Bu gün BOP( Büyük Ortadoğu Projesi)/BİP(Büyük İsrail Projesi) sürecinin aşamalarından birisini yaşıyoruz. BOP projesi Türkiye'nin güneyinde bir kukla Kürt devleti kurmayı öngörüyor. Sevr Anlaşması’nda olduğu gibi İsrail'in ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarının güvenliği için bunun gerçekleşmesine, bazı ülkelerin bölünmesine ve bu otonom yapının kurulmasına ihtiyaç vardır.
Ülkemizde ve komşu ülkelerde faaliyet gösteren bu terör örgütlerini incelersek KCK'(Kürdistan Topluluklar Birliği) dünyanın birçok ülkesi tarafından terör örgütü olarak tanınan bir örgüttür. Bu örgütün alt dallarından PKK Türkiye’de, PYD Suriye’de, PJAK İran’da, PÇDK Irak’tafaaliyet gösteriyor. ANILAN TERÖR ÖRGÜTLERİ BİRBİRİNDEN FARKLI DEĞİLLERDİR; HEPSİNİN BİR TANE AMACI VAR: DÖRT PARÇALI KUKLA BİR KÜRT DEVLETİ KURMAK.
Ülkemizi ilgilendiren kısmında ilk adım Turgut Özal zamanında 1991 yılında atıldı. George Bush Irak’ın kuzeyini uçuşa kapalı bölge ilan etti ve ilk can suyunu verdi, arkasındanPKK o bölgede güçlendi, en büyük adım 2005 yılında atıldı. ABD Irak’ı işgal ettikten hemen sonra o bölgede özerk Kürt devleti ilan edildi, ABD ve İsrail PYD'yi ve Colani'yikullanarak Suriye’yi böldü, PYD'yi orada güçlendirdi ve Suriye’nin kuzeyine yapılandırdı. Şimdi Türkiye’de yürütülen çalışma budur.
PKK’ya verilen en son görev görkemli bir teslim olma senaryosudur. Bu görkemli teslim olma senaryosu oynanırken PYD'nin oradaki varlığı gizlenmeye çalışılıyor, hem PYD ile Barzani arasında yani Irak’ın kuzeyi ile Suriye’nin kuzeyi arasında Amerika tarafından kurulan ENKS adlı örgüt tarafından oluşturulan entegrasyon gizleniyor hem Türkiye’de Lozan’la belirlenmiş kanla kurulmuş laik demokratik üniter Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sonu getirilmeye çalışılıyor. PKK bildirgelerinde harp hukukuna uygun cümleler kuruluyor, Lozan mahkûm ediliyor, Türkiye Cumhuriyet’i soykırımcı ilan ediliyor. Kendilerini gerilla diye tanımlıyorlar, gerilla yabancı güçler tarafından işgal edilmiş toprakların halkının yarattığı direniş kuvvetidir. Binlerce yıllık Türk toprağında nerenin gerillası bunlar? Bunlar teröristtir ve terörizm de uluslararası bir suçtur. TÜRKİYE İÇİN EN BÜYÜK TEHDİT, TÜRKİYE’NİN GÜNEYİNDEKİ ÜLKELERİN PARÇALANARAK ORADA KURULMAKİSTENEN BİR AYRILIKÇI KUKLA KÜRT DEVLETİDİR. IRAK PARÇALANDI BÖLÜNDÜ, SURİYE PARÇALANDI BÖLÜNDÜ, ENKS İKİSİ ARASINDAKİ ENTEGRASYONU SAĞLIYOR, SIRADA İRAN VE TÜRKİYE VAR.
Sonuç
Osmanlı’nın son zamanlarından beri bu topraklar bir türlü huzur bulmadı; hürriyet arayışları, isyanlar, taht kavgaları, savaşlar… Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da huzursuzluk devam etti; Cumhuriyet biraz toparlandı derken, on yılda bir askeri darbeler, Kıbrıs Savaşı, sağ- sol çatışmaları, Ermeni Terörü, Alevi- Sünni çatışması; Maraş, Çorum, Sivas Olayları… FETÖ ve devam ettirilen Kürt Meselesi özetle Tarihi Şark Meselesi ve istikrarsızlık ile ülkenin kontrol edilebilirliği bitmedi; pirincin içindeki siyah taşları ayıklamaya uğraşırken, dişimizi kıran beyaz taşlar çoğaldı. Yıllarca süren, anarşi, ayrışma, FETÖ kumpasları ve PKK terörü yüzünden binlerce şehit, gazi; sosyal- ekonomik yıkım, kaybettirilen yıllar, ödenen bedeller, kayıp iki trilyon dolar…Düşünsenize bu para ülkemizin refahı için harcansaydı Türkiye bugün nerede olurdu?! Bu FETÖ, PKK ve ERMENİ terörü ve çatışmalar, ihtilâller bünyemizin oluşturduğu doğal olaylar mıdır, yoksa küresel çetenin, gizli Gladyo’nun, Siyonizm’in, ABD’nin kurgusu mudur?
‘Kürt Meselesi’ iki yüz yıldır hazırlığı yapılan ve son yüzyılda zaman zaman devletin önüne konan bir yaptırım aracıdır. Türk’ün Kürt’le, Kürt’ün Türk’le bir meselesi yok. Bu mesele, altını çizerek söylüyorum: Siyonizm’in, Emperyalizmin, ABD’nin, Batı’nın meselesi. Türk- Kürt halkı böyle bir meseleyi kabul etmez: Çünkü onlar kardeştir; çünkü onlar Yemen’de, Filistin’de, Kafkaslar’ da, Çanakkale’de, Sakarya’da hep beraberdir. Aralarında kan uyuşmazlığı olsaydı Anadolu’da bu kadar yıl bir vücut gibi yaşayamaz, akraba olamazlardı. Bu ülkenin enerjisi bu tür tuzaklarla tüketildi, tüketilmeye de devam ediyor.
Basel (1897), Yalta (1945), Potsdam (1945), Tahran(1943) gibi bilinen- bilinmeyen gizli paylaşım anlaşmalarını ve Tarihi Şark Meselesini bilmeden Türkiye’deki olayları sağlıklı bir şekilde izah edemezsiniz. NASIL Kİ 1897 BASEL’DE TOPLANAN BÜYÜK SİYONİST KONGRE’NİN İLK MESELESİ OSMANLI’YI YIKMAKTI; BUGÜN DE ANADOLU’YU İŞGAL ETMEK, PKK’YI DESTEKLEMEK SİYONİZM’İN İLK MESELESİDİR.
Bu kadar katliam, kayıp ve ödenen bedelden sonra ‘barış süreci’ önümüze kondu. ‘Terörsüz Türkiye’ herkesin kulağına hoş geliyor. Karşımızdakilerin sadece PKK olmadığını bilmemiz lazım. Bu süreci devlet aklı mı belirledi, yoksa bu süreç ‘küresel yeni harita’yı belirleme projesinin bir basamağı mı? Ümit ederim bu süreç beş bin yıllık devlet aklının kontrolündedir. Öyle ise bile müdahaleye çok geç kalındı çünkü Bağdat ve Şam harap olmuştur.
PKK’yı buraya getiren, kuran, besleyen güç; durup dururken PKK’ ya silah bıraktırmaz. İp kimin elindeyse kararı o verir. ‘’ Cambaza bak cambaza.’’ derken bir şey mi kaçırılıyor? PKK , PYD’ ye ve YPG’ ye iltihak ediyor olabilir mi?
ABD’nin güzellemeleri bizi aldatmasın, İsrail =Dünya demektir, şeytani aklın türevleri demektir, akıl almaz TAKİYYE demektir. Bu yeni süreçte de özellikle silah bırakma ve terör örgütünün insan kaynağının geleceği konusunda, SDG (Suriye Demokratik Güçleri) üzerinden süreci yoldan çıkaracak girişimlere karşı dikkatli olmak gerekmektedir. Uluslararası ve bölgesel güçlerin, PKK'nın içindeki farklı grupları bu konu üzerinden sabote etme ihtimalinin yüksek olduğunu öngörmek zor değildir.
Uluslararası siyaset, diplomasi, bu kadar yalın değildir. Hele hele bu Siyonist siyaset ise Ortadoğu’da ise üstelik işin içinde İsrail var ise bu fotoğrafa kırk defa, büyüteçle bakmak gerekir. Batı’nın, ABD’nin, İsrail’ in silahlı silahsız terör ve vekâlet savaşları devam ediyor. Bunların dün de bugün de en masum silahları: demokrasi, hürriyet, hukuk, barış… Şara’nın Şam’a girişi nasıl kolay olduysa PKK’nın silah bırakması da o kadar kolay(!) olmadı mı? APO’dan, Kandil’ den ‘ müjdeli haberler’ peş peşe geldi(!) Bekleyelim bakalım olayın arkasında ne çıkacak?
KARAMAN’IN KOYUNU SONRA ÇIKAR OYUNU.