
Nevruz'a Dair…
Doç. Dr. Birol Azar
Nevruz’a Dair…
Birçok kültürde değişik adlarla görülen yeni yıl törenleri yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, üretim ve tüketim alışkanlıklarına, inanç yapılarına uygun içeriklerle aşağı yukarı birbirine yakın tarihlerde kutlanmaktadır. Türk evren tasavvurunda ıdık yer-sub yani kutsal yer su anlayışı insan, doğa ve yaratıcı üçlemesine dikkat çeker. Tanrı gök ile yeri yarattıktan sonra ikisi arasındakileri dolayısıyla insanı yaratmıştır. Dolayısıyla yaratılan her şey canlı cansız fark etmeksizin, ruhu olduğu düşünülerek incitilmez, zarar verilmez. Yaklaşım dengeyi gözetmek herhangi bir tarafa ayrıcalık ya da üstünlük sağlanmasının önüne geçmektir. Modern ekolojinin de temel felsefesi bu yöndedir. İnsan doğada ayrıcalıklı bir varlık değil diğer tüm yaratılmışlar gibi eşit haklara sahip bir varlıktır. Doğanın diğer canlıları gibi bir parçasıdır. Dinler tarihi uzmanlarının animizm dedikleri inanç sisteminde doğada bulunan canlı cansız her şeyin ruhunun olduğuna inanılır. Belki de bu yüzden yıllarca kullandığımız arabamızı satarken iç çekip içten içe üzülüyoruz. Daha somut örneklerini eski metinlerde gördüğümüz bu inancın izlerini günümüzde de görmemiz mümkündür.
Dede korkut Hikâyelerinde su ile söyleşme, ağaç ile dertleşme, dağ ile konuşma örnekleri bunların ruhlarının olduğunu göstermektedir. Önceleri bu varlıkları ululama ile başlayan konuşma dileklerin iletilmesi, haber sorulması şeklinde devam etmektedir. Hatta içlerinde bulunan Tepegöz Hikâyesi bize insanın varlık alanının sınırlarını bildirmede bu sınırı aşıp görünmeyen varlıkların yaşam alanına tecavüz edildiğin de Oğuzun başına gelen felaketin bir sona doğru gidişi başlattığı net bir şekilde anlatılmaktadır. Doğada diğer tüm yaratılmışlarla birlikte yaşayan insanoğlu yaşamını kolaylaştırmak için doğayı gözlemlemiş, anlamlandıramadığı olayları da görünmeyen yücelerden yüce aşkın bir güce bağlayarak anlamlandırmaya çalışmıştır.
Doğanın koynunda ondan beslenen insan doğayı dişil bir koruyucu varlık olarak tasavvur edip ona ana demiştir. Doğadaki en küçük bir değişim dikkatini çekmiş, sebebini bulmaya çalışmıştır. Zamanı doğadaki ve gökyüzündeki değişimlere göre ayarlamış, aç kalmamak, korkularının üstesinden gelmek için doğaya en iyi atlarını bırakarak kansız kurban vermiş hoşnutluğunu kazanmıştır. Hastalıklarının çaresini doğada bulmuş, geleceğini doğaya bağlı olarak şekillendirmiştir. Suyu kirletenleri ölümle cezalandırmış, ihtiyacından fazlasını avlamamıştır. Büyük ağaçların altında kut törenleri yapmış aşkın güce seslenmiştir. Kahramanlarını ağaç kovuğunda, mağaralarda beslemiş tehlike anında kimsenin bilmediği bir yere atası kurdun rehberliğinde yerleşmiş, çoğalmış, güçlenmiş ve bir gün dağı eriterek tekrar geldiği yere dönüp başlıya baş eğdirmiştir. Çocuklarına Gün Ay, Yıldız, Gök, Dağ Deniz isimleri vermiş doğaya saygısını her şekilde göstermiştir. Doğayı kutsallık seviyesinde gören bir milletin mevsim törenlerinin olmaması düşünülemez elbette. Bunlardan birisi de yazının başında belirttiğimiz yeni yıl yılbaşı törenleridir. Tabiatın canlanması, sanayi devriminden önce insanlığın en büyük beklentisiydi. Kışın etkisinin yitirildiği, cemrelerin düşüp doğanın ısındığı buna bağlı olarak bitkilerin yeşerdiği, hayvanların yavruladığı zaman dilimi, hayatta kalmanın/tutunmanın sevincinin törenlerle kutlanarak şükranların sunulduğu zamanlar olarak görmek mümkündür. Uzun ve zorlu kış günlerinin uzaması yiyecek stoklarının azalmasına, kendilerinin ve hayvanlarının zorda kalmasına yol açacağından baharın gelişi birçok kültürde büyük şenlikler yapılarak kutlanmasına yol açmıştır. Her kültür mitolojilerinden esinlenerek, geleneklerinden beslenerek, kendi değerleriyle anlamlandırarak bu törenlerin içeriğini oluşturmuş, tabiri caizse törenleri millileştirmiştir. Nevruz Farsça yeni gün demek olup çoğu kültürde bu adla kutlanmaktadır.
Anadolu’da Nevruz gelenekleri incelendiğinde çok zengin bir içerikle karşılaşmaktayız. Mezarlık ziyaretleri, kır gezileri, ateş ve su ile ilgili pratikler, eğlenceler, yardımlaşmalar, şifa ve sağlık istekleri, bolluk, bereket ve uğura ait adetler, kısmet açmaya yönelik ritüeller, geleceği tahmin etme uygulamaları ve bunlara ek olarak inanç unsurlarıyla süslü zengin bir törenle karşılaşmaktayız. Nevruz, dini bayramlarda yapmaya alıştığımız hazırlıklarla karşılanır. Mezarlık ziyaretlerinin yapılması bu esnada yiyecek ve içecek götürülmesi inanç kültürümüzdeki ölülerin yılda iki kez yedirilip içirildiği inancına dayanır. Bu iki gün Nevruz ve Hıdırellez’dir. Yeni elbiselerin, ayakkabıların alınması, evlerin badanalanması, temizlenmesi, hasta ziyaretleri, tatlıların hazırlanması ateş için odun tedarik edilmesi hazırlık safhasında yapılanlardan bazılarıdır. Nevruz günü kırlara çıkılması, eğlencelerin ve spor müsabakalarının yapılması toplu yemek yenilmesi ortak bir bilincin yerleşmesini ve toplumsal tavrın oluşmasını kolaylaştırır. Nevruz’un olmazsa olmazı ateş ile ilgili pratiklerdir. Meydanda ateş yakılarak üstünden atlanması atlanırken “ ağırlığım, uğurluğum sana, kırmızılığın bana” denilerek dua edilmesi ateşin mitolojimizde Tanrı armağanı olarak kabul edilip kutsanmasına dayandırılabilir. Aynı zamanda ateşin temizleyici, sağaltıcı yönünden istifade edilmesi amaçlanır.
Ateşin üstünden atlayanların bir yıl hastalanmayacağına inanılır. Sadece insanlar değil hayvanlarda iki ateş arasında geçirilerek aynı amaç gözetilir. Sabahın erken saatinde evdeki tüm sular yenilenir, taze sudan içme, hayvanlara içirme, sabah erkenden akan derede yıkanma, su falına bakılması, yüzünde leke, sivilce olan genç kızların bu suları geniş bir leğene koyarak bakması neticesinde lekelerin gideceğine inanma suyun şifa verici, arındırıcı yönüne yapılan göndermeler olarak görülebilir. Gün boyu süren eğlenceler ve hiç kaldırılmayan sofralar bu günü eğlence formatına sokmakta, akabinde inançtaki kutsal şahsiyetler için mevlitler okutulmakta, helva dağıtılmakta, dualar edilmekte, öncesinde veya sonrasında Hz Hüseyin için yas tutulup oruç tutulmaktadır. Bu yaklaşım eğlenirken gelecek kaygısıyla da uluların yardımını istemek için olsa gerektir. Mezarlıklardan çakıl taşları toplanarak evin bir köşesine asma bereket içindir ve animizmin yansımadır. Karınca yuvalarından alınan toprak da evin içine serpilerek bereket dilenir. Nevruz gecesi tuzlu yiyecek yenilerek su içmeden uyunması evlenilecek kişiyi görmek için geleceğin beklentisini gösterir. Kısaca gelenekler açısından baktığımız bugüne inanç açısından da bakarsak Allah’ın yeryüzünü 21 Martta yarattığı, Adem ile Havva’nın buluştuğu, Nuh’un gemisinin karaya oturduğu, Yusuf peygamberin kuyudan kurtarıldığı, Hz. Muhammed’e peygamberlik verildiği, Hz. Ali’nin doğum günü olduğu, Hz. Fatma ile evlendiği, Hz. Hasan ve Hz.Hüseyin’in bu tarihte doğduğu, Musa’nın Kızıldeniz’i yardığı, Yunus’un balinanın karnından kurtulduğu gün olarak anlamlandırılması bugüne yüklenen bazı inanç öğretileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk kültüründe Ergenekon’dan çıkışın, dünyaya yeniden hükmedişin, var oluşun günü olarak kabul edilip Türk Dünyasında büyük bir coşkuyla kutlanması, resmi tatil edilmesi dolayısıyla kültürümüzde önemli bir bilinç durağı olarak kalmasını sağlamıştır. Orhun Abideleri nasıl bellek mekânımız ise ona bakıp geçmişi hatırlayıp geleceği inşa ediyorsak mevsimsel kut törenlerimiz de bilincimizin tazelenip, gelecek kuşaklara aktarıldığı bilinç duraklarımız olarak yaşatılmalıdır. Ne yazık ki nüfusun büyük kısmının şehirlerde yaşaması insanın dikkatini doğaya değil diğer ayırt edici unsurlara yönlendirmesi Nevruz’un eski canlılığı ile kutlanmasının önüne geçmiştir. Artık şehirli insan için mevsim geçişleri, iklim değişikliği kısa vadede onu ilgilendirmemekte insan doğa uyumu insan lehine değişmekte bu değişim de insanoğluna felaketi getirmektedir.