
Evliliğin Evrimi: Neden Artık Kimse Evlenmek İstemiyor
Doç. Dr. Birol Azar
Maliyetler Kurtarmıyor!
Doğum oranları tüm dünyada öngörülenden daha hızlı bir şekilde düşüyor. Türkiye dahil pek çok ülke doğumu teşvik etmek için çalışmalar yaparken diğer yandan da boşanmalarda ciddi artışlar görülmekte.
Ülkemizde 2024 yılı rekor boşanma oranıyla Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırıldığı yıl oldu ironik bir şekilde bu yıl da aile yılı ilan edildi. Dünya genelinde evlilik oranlarında azalma söz konusu. Aynı durum bir zamanlar genç nüfusuyla övündüğümüz ama ne yazık ki kıymetini bilemediğimiz güzel ülkemiz için de geçerli evlenme oranları düşmekte boşanmalar artmakta. İnsanlar ya evlenmiyor ya da 30 lu yaşlarda evlenip doğurganlık sürelerini kısaltmaktalar. Evliliklerde sonraki dört yıl içinde boşanma oluyorsa çocuk sahibi olma olasılığı daha da azalıyor. Geleneksel yapımızın muhafaza edildiği dönemlerde ki çok değil 40-50 yıl önce evlenen çiftlerden beklenen ilk şey çocuk sahibi olmalarıydı. Eğer belirli bir süre zarfında çocuk haberi gelmezse gelen kadının başına gelmekteydi.
Çocuksuzluğun sebebi oydu. Kısır, tutuk, kaşık düşmanı, kör ocak gibi isimler verilmekte pişmiş tavuğun başına gelmeyen onun başına gelmekteydi. Geleneksel kısırlığı giderme yöntemleri kadına uygulanır, keçi kılının buharına oturtulur, beli sırhalanır, bitki kökleri kaynatılıp içirilir, çocuğu çok olan kadının gömleği giydirilir, kırk kişiden para toplar, altın anahtar yapıp boynunda taşır, kaplıcalara götürülür, türbelerde yatırılır, türbe toprağından yer, yeni doğum yapmış kadının çocuğunu kucaklar, çocuğu çok olan kadının küçük çocuğunun idrarını yatağına yaptırır idrarlı yatakta bir gece uyur karşı tarafın bereketinin kendi yatağına geçmesini umardı. Bütün bunlarla bitmezdi geleneksel uygulamalar, ağaçlara bez bağlar, adaklar adar, Cuma günleri hamamda ilk o yıkanır, türbelere, pazarlara götürülerek sembolik satışı yapılır kötü ruhları kandırdığı düşünülürdü. Cami kapısında bekler ilk çıkan kişiye kilit açtırılır kapalı bahtının açılacağını düşünülürdü. O zamanlarda çocuğu olmayan kadının adı da yoktu. Peki erkeklere ne gibi uygulamalar yapılırdı diye sorarsanız? Sorun kadında olduğu için(herhangi bir tıbbi tetkik yapılmadan kesin sonuç alınırdı eskiden)erkeklere ceviz, badem, yağ, bal yedirilir meydana salınırdı! Cinsiyet ayrımcılığının köklerinin derinde olduğu toplumlarda üremenin de cinsiyet eşitliğinin yaşandığı toplumlara göre çok daha yavaş olduğu gözlenmektedir.
Gelelim neden üremiyoruz konusuna. Günümüzde devletlerin en temel sorunlarının başında genç nüfus oranının artmaması gelmektedir. Zira yaşlanan nüfusa giden sağlık ve maaş harcamaları tüketimi azaltmakta ekonominin çarklarını yavaşlamaktadır. Evlilik maliyetleri, çocuk bakım masrafları, kadının eğitim seviyesinin yükselmesi bu sorunu tam olarak açıklayamıyor. Çünkü Hindistan’ın Nadu eyaletinde kadınların işgücüne katılım oranı %29 iken Birleşik Krallıkta bu oran %74 olmasına rağmen aynı doğurganlık oranına sahipler. Geleneksel yapının muhafaza edildiği dönemlerde bekâr olma damgası utanç vericiydi. Bir kızın belirli bir yaşa geldiği halde evlenmemesi büyük bir sorun oluyor kızda sorun aranıyor sorunlu görünmek istemeyen kız da çabucak evleniyordu. Keza bekâr erkekler de toplum için potansiyel tehlike olarak görüldüğü için askerlik sorası gözünün yaşına bakılmaksızın evlendiriliyordu. Erkekler için durum biraz daha trajiktir bu dönem adam yerine dahi konulmamanın dayanılmaz hafifliğini yaşar düğün salonlarında kapının yanında oturtulur aile içerisine sokulmaları şiddetle engellenirdi. Bu utanç evlenene kadar devam eder evlenen çiftler adam yerine konulurdu. “ it yemez bekâr da mı yemez” repliği bekârlığın içine düştüğü toplumsal bakışı en iyi yansıtan cümleydi. Kültürel olarak liberalleşen ve daha bireysel hale gelen günümüz toplumunda bekâr olma damgası ve utancı azalmakta evlilik zorunlu olarak görülmemekte bu da evliliği ve üremeyi düşüren etkenler arasında sayılmaktadır.
Yeni nesil daha fazla özgürlük alanına kavuştukça özerkliğinin sınırlarını da genişletmektedir. Bu özgürlük ve özerklik alanları içerisinde kadınlar daha az yer almakta akşamları ellerinde akıllı telefonlarla popüler video oyunları oynamakta, kadının derdiyle uğraşmaktansa telefonda oyun oynamak daha cazip gelmektedir. Kültürel etkileşim ve sosyal bağlantılar medyanın gölgesinde gerçekleşmekte bireyler çevrelerinden daha çok telefonlarda vakit geçirmektedir. Son yıllarında dünya genelinde en çok dinlenen şarkı “ Flowers” yani kendi kendime çiçek alabilirim idi. Bizdeki yansıması ise “kendi yüzüğümü kendim aldım” bu bireysel özerkliğe vurgu yapan bir göndermeydi. Telefonlarda vakit geçiren bireyleri, yönlendirmek de zor olmakta artık kimse eski Türk filmi izlemek zorunda kalmamaktadır! Günümüzde kadınların daha fazla eşitlik ve özgürlük istemesiyle konumlarını sürekli olarak yenilemelerine karşı erkek daha muhafazakar bir tavır sergilemektedir. Sosyal film platformlarından istedikleri içerikleri izleyen kadınlar örgürlüklerini ve özerkliklerini destekleyen programlara yönelmekte sürekli kendini yenileyebilmekte erkeğin durağanlaşması çatışmayı da getirmektedir. Düşük gelirli toplumlarda devletin sağladığı desteklerle insanlar evlilik yoluyla güvenilir ittifaklar yapmakta, akraba evlilikleri ile güç pekiştirilmekte iken evliliklerdeki düşüş artık bir şeylerin değiştiğini söylemektedir. Elinde akıllı telefonu olan herkes ne din adamı dinlemekte, ne anne-baba sözü takmakta ne de öğretmene danışmaktadır. Dijital teknolojiler ve sosyal medyanın yükselişi evlilik ve doğurganlık oranlarını düşürmektedir. Sadece dijital dünya değildir düşüşe sebep, muhafazakar toplumlarda erkekler ve kadınların bir arada olmalarının günah sayılması, erkek egemen yapıların artması, kadının geri plana çekilmesi ve görücü usulünün tarihe karışması da sebeplerden biridir. Erkekle sohbet eden kadının kınandığı, statüsünün sorgulandığı, itibarının zedelendiği, dışlandığı cinsiyet ayrımcılığına dair ideallerin bulunduğu toplumlarda sevgi dolu bir ilişki bulmak zor hale gelir ki evliliğin gecikmesine sebeplerden biri de budur. Cinsiyet ayrımcılığını idealize ettiğinizde boşanma da kabul edilebilir bir kombinasyon olursa evliliğin gecikmesini de bekleyeceksiniz. Cinsiyet ayrımının idealize edildiği yerde iki cinsin tanışıp güvenecekleri samimi arkadaşlıklar kurabilecekleri alanlar olmaması karşı cinsle ilişkilerin güçlü ve sağlıklı olmamasını da beraberinde getirecektir. İnsanların sosyal beceriler geliştirmesi uyumlu birini bulma özgürlüğüne bağlıdır. Erteleyip 30 lu yaşlardan sonra evleniyorsanız 33 yaşında çocuk sahibi olursunuz bu da üreme aralığını daraltacak tek çocukla yetineceksiniz. Cinsiyet eşitliği oluştukça ve anlayış geliştikçe ayrılma da kolaylaşacak evlilik oranı da artış gözlemlenecektir.
Kısıtlamalar insanların sevgi dolu ve mutlu bir ilişki bulmasını zorlaştırmakta ama bizim gibi toplumlarda da aşırı serbesttiyet hayatların kararmasına sebep olmaktadır. Bunların sebepleri bulunmalı her inancın, her kültürün kısıtlayıcı değerleri bulunup ortaya çıkarılmalıdır. Hızlı ekonomik büyüme geleneksel cinsiyet rolleri arasında çatışmalara yol açmakta bu da doğurganlık oranlarını düşürmektedir. Ekonomik gelişme doğurganlık ve evlilik oranlarını çok da belirleyememektedir. Güney Kore ile Latin Amerika ülkeleri arasında kadınların iş gücüne katılım oranları arasında farklar bulunmakta Latin Amerika doğurganlık oranı %1-2 oranda kalmaktadır. Bu sonuçta pek çok değişenin olduğu bir sürece işaret etmektedir. Günümüzde erkekler sorumluluk alıp evlenmek istememektedir. Erkeklerin hayata bakışının şekillenmesinde dijital dünya gerçek dünyadan daha etkili hale gelmiştir. Devletler doğurganlığı artırmak için finansal teşvikler vermekte ancak bu sınırlı bir başarıda kalmaktadır. Ülkemizde çocuk başına verilen 5 bin tl’lik destek günümüz ekonomik koşullarında cazip olmamakta tabiri caizse maliyeti kurtarmamakta çiftler bırakın üremeyi evliliği düşünmemektedir. Doğurganlık düşüşünü tersine çevirecek teşvikler/önlemler ne yazık ki sınırlı bir başarıyı getirmekte bu da çare olmamaktadır. O halde yapılması gereken doğayı akışına bırakmak olmalıdır. Her nehir insanı olmak istediği yere götürür misali insanın doğasına uygun önlemler alıp aşkı kutsamak, aşık olmayı normalleştirmek gerekmez mi? Fuzuli’nin “Her ne var ise alemde aşk imiş gerisi kıyl u kal imiş” beyti işin içinde aşk olmadığı taktirde insan oğlunun üremeyeceğini hele 5 bin tl’ye parmağını oynatmayacağını göstermektedir. Yapılması gereken insanların telefonlarda vakit geçirmelerini engelleyici girişimlerde bulunmak sosyal hayata karışmalarını sağlamaktır. Aşkın kutsandığı yerde erkeklerin eşlerine veya kız arkadaşlarına bağlı olduğunu, kadınların refahına önem verdiğini onları öncelikli hale getirdiğini “ bulaşıkları ben yıkayayım” sihirli cümlesini söylettiğini söylediğini tecrübelerle sabit bir durum olarak söylemenin gerçekliğini bildirir. Aşk itici güçtür üremenin de evlenmenin de aşkın önündeki engeller kaldırılırsa insanlar evrenin yasaları gereği zaten üreyecekler evren de üreyeni besleyip koruyacaktır.