Doç. Dr. Birol Azar

Kerbela'ya Dair…

Doç. Dr. Birol Azar

Kerbela’ya Dair….

Kerbela ve onun etrafında şekillenen tavır olayın sadece tarihî bir olay olmadığını, dinî, sosyal, siyasî, hukukî, ekonomik ve kültürel boyutlarının da olduğunu gördüğümüz çok yönlü bir yapıdır. İmam Hüseyin ve Kerbela olayının sözlü ortamda etkisini ve canlılığını hiçbir zaman kaybetmediği hafızalarda yaşayan tarihin, olup bitmiş olayların anlatıldığı özel metinler olmadığı  “seyyidü’ş-şühedâ” diye tüm İslam dünyasınca bilinen Hz. Hüseyin’in  ve Kerbela,vakasının ağıtları, mersiyeleri, maktelleri, efsaneleri, masalları, menkıbeleri, ritüelleri, Şebih gösterileriyle, kısacası, bütünüyle folklorik unsurlarla zenginleşerek halk arasında ruhaniyetinin devam ettiği bir gerçektir. Hiçbir din/inaç ilk ortaya çıktığı şekliyle, resmi ve kanonik algılanması ile varlığını sürdüremez. Bunu tektanrılı dinlerden Musevilik, Hıristiyanlık, İslamiyet ve felsefi pratik dinlerin varlığı da kanıtlamaktadır. İnancın ilk ortaya çıktığı coğrafyada yerel folklor öğelerini edinmesi değişik coğrafyalarda farklı inançlar içinde yer edinmesini dolayısıyla da bünyesine katılan yeni folklorik unsurlarla da ortaya çıkışındaki yapısından küçük veya büyük farklılıklar göstererek varyantlaşması veya versiyonlaşması süreçlerine girmesi anlatılar için kaçınılmaz bir süreç olur ki farklılaşma urformdan kopuşu getirdiği gibi zenginleştirerek halk muhayyilesinde sürekli yinelenilen bir döngüyü de getirmekte metnin vakanın unutulmasının da önüne geçilmektedir. Tabiatın doğal yasası gibi anlatının doğal yasası da bu şekilde gerçekleşmektedir. Özellikle dinî etnolojinin neredeyse her alanı mitoloji ile sıkı bağlantılıdır ki bu da dinler tarihi, fenomenolojisiyle, din diliyle geniş anlamda inançlarlaharmanlandırılarak insan usunun en zayıf bölgesinde çok sıkı tutunarak ile’n-nihaye varlığını devam ettirir. Zaman içerisinde doğru, eksik, yanlış birçok unsurun bünyesine eklendiği, sözlü ve yazılı kültür halinde (ama daha çok sözlü kültür yoluyla) nesilden nesile aktarılan Kerbelâ Olayı, İslâm dünyasında Şia ile Ehl-i Sünnet mensuplarının, ülkemizde de Alevîlerle Sünnîlerin birbirine karşı düşünce ve tavrında etkili olmaya devam etmektedir. Bu tavırlar, bugünkü ayrılığın temel taşıdır doğru yaklaşım sergilenmediği takdirde kartopu gibi bünyesine yeni ideolijikeklemelerle büyüyerek kopuşu getirecektir. Günümüzde İslam dünyasında ve de ülkemizde Şiî/Alevî-Sünnî ayrılığı ile ilgili tartışmalarda en çok sözü edilen konulardan biri Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin ile yetmiş iki yakınının şahadetiyle sonuçlanan Kerbelâ olayında yaşananlara karşı takınılan tavır ve olayın anlamladırılma şekilleridir.  Müslümanların büyük çoğunluğununonaylamadığı halde, toplumun değişik kesimleri arasında konuyla ilgili bir düşünce karmaşası yaşandığı görülmektedir. Aynı kitaba ve aynı Peygambere inanan, Ehl-i Beyt sevgisini yüreğinin derinliklerinde taşıyan, bayramları birlikte kutlayan Şiî/Alevî ve Sünnî kesimin birbirini farklı din mensubu gibi görmesi, her iki tarafın birbirlerini heterodoksinin içine yerleştirmesi dinin gerektirdiği birlik ve kaynaşmanın yeterince sağlanamamış olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorundur. Bu sorun ne yazık ki kendini merkezde görenler tarafından kendinden olmayanları öteki görmek öteki görülenlerin de merkezdekileri Muaviye taraftarı gibi görmesi çizgisini tarihsel süreçte hiç değiştirmeden günümüze kadar getirmiş teoloji siyasetin elinde kullanışlı bir aparat olarak kalmaktan hiçbir zaman kopamamıştır. Sosyal, siyasal, kültürel ve dini nitelikli her türlü ayrılığın bir kenara bırakılarak herkesin kendini bütünün parçası olarak görebileceği bir anlayışın İslâm dünyasında ve ülkemizde yaygınlaşmasına ihtiyaç olduğu geçmişten ve günümüzde gerçekleşen olaylardan ders alınarak ihdas edilmesigerekirken sorun sadece hutbelerde vaazlarda tv programlarında seçim meydanlarında dile getirilmekte hiçbir inanç diğerini öğrenmeye ve anlamaya çalışmamaktadır. Hz. Peygamberden sonraki İslam toplumu incelendiğinde -özellikle hilafet konusunda-Arapların kabile toplumundan iman toplumuna  geçemedikleri net bir şekilde görülecektir. Özellikle hilafet konusunda üretilen çözüm şekli o günün geçerli sosyal durumunun belirlediği şekilde kabile mantığı esas alınarak çözülmeye çalışılmış kopuş orda başlamıştır. Hz. Ebubekir’in ve diğerlerinin İmamlar Kureyş’ten olmalı demelerine karşı Evs ve Hazrec kabilelerinin bir emir bizden bir emir sizden demeleri bunun en bariz örneğini teşkil etmektedir. Kabilecilik ve asabiyet unsurlarına dayalı seçimlerin kabul görmesi/benimsemesi de yine mitolojij anlatılarla desteklenerek sağlandı. Bu şekildeki mitoloji destekli anlatılardan en çok payını alan Hz Hüseyin ve Kerbela vakasıdır. Gelelim Hz Hüseyin’i  “seyyidü’ş-şühedâ” seviyesine çıkaran anlatılara, esasen bu anlatılar bilinmeden sadece tarihi belgelerden yola çıkılarak bu inanç anlaşılmaz bu sebeple bu inançtakilerin Hz. Hüseyin’e olan bakışını yakalamak çok önemli olsa gerektir. Bu inanç içerisinde Hz. Ali ve Hz. Hüseyin tümüyle mitolojik karaktere büründürülmüşlerdir. Adem peygamberden on dört bin yıl önce yaratıldığı, Peygamberimizin esbatı gibi tanımlamalar onu peygamberlik makamının da üstüne çıkarmıştır. İsimlerinin (Hasan ile birlikte) Harun’un çocuklarının isimlerinin Arapça karşılığı olduğu daha önce Arap toplumunda bu isimlerin hiç görülmediği isimlerini dedeleri Hz. Peygamberin veya Cebrail a.s’ın verdiği Yahya gibi başı kesilerek şehit edilmesi gibi ilahi içeriklerin zenginleştirilmesi makamının toplumunda yükseltilmesini getirmiştir. Muaviye ve oğlu Yezid ile olan mücadeleleri ister ekonomik (Kabe’nin ele geçirilmesi), ister siyasi olsun o bünyeye eklenen mitolojik unsurlarla olağanüstü boyuta geçerek zaman ve mekânın sınırlarını aşmış her toplum onda kendi kutsalını görerek millileştirmiştir. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin bugün Şiiler arasında farklı Türkler arasında farklı kişiliklerdir. Türkler onları Göktengrileriseviyesine çıkarmış Göktengrilerinde görmek istedikleri her şeyi onlara da isnat etmişlerdir. Rivayete göre Hasan ve Hüseyin, peygamberimizin eşlerinden Ümmi Seleme’nin evinde oynarken Cebrail Hz. Peygambere gelerek Hüseyin’i göstermiş “Ey Muhammed! Ümmetin senden sonra bu oğlunu Kerbela denen yerde öldürecek bu da oranın toprağıdır toprak kızıla döndüğünde şehit edilecek” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber Hz Hüseyin’i bağrına basar ve Ümmi Seleme’ye “toprak sana emanettir” der toprağı koklar “ ne acı ve bela bir koku” der Ey Ümmi Seleme bu toprak kızıla döndüğünde bil ki oğlum ölmüştür” der Ümmi Seleme bu olaydan sonra her gün bu toprağa bakar olmuştur. Yine rivayet odur ki Ümmi Seleme Hüseyin Kufe’ye hareket edeceği sırada onun huzuruna gelip onu haberdar etmiş engellemek istemiş Hz. Hüseyin de ona “ Anneciğim! Bu Allah’ın bir kaderidir. Ondan kaçış yoktur. Sanma ki bu olaydan yalnız senin haberin var. Bu konuda senden daha çok şey biliyorum. Öleceğim günü, saati, yeri, savaşacağım mekânı ve defnedileceğim yere varıncaya kadar her şeyi biliyorum” demiştir. Dedelerinin “reyhanlarım” diyerek koklayıp öptüğü o boynu kesmek siyasetin, gücün gözü dönmüşlüğünün en acımasız zalim tablosudur. “ ben dedesinin bu boynu öptüğünü gördüm” diyerek kılıcını indiren Yezid askerleri olmasına rağmen 72 yerinden aldığı kılıç darbeleriyle şehit edilmiş ebediyete uzanan varlığı yaşamaya devam etmiştir. Müslümanlar bu elim olayı hiç unutmadılar Yezid’e her fırsatta binlerce lanet saydırmışlardır.

Lanet-i hak Şimr ü Mervan u Yezide sad hezar

Virdim olsun ta kıyamet ya Hüseyin ibn Ali

Hz Peygamber bir gün çarşıya gitmişti oradan dönüşte kızı Fatıma’nın evi önünde oturmuş, torunlarını kastederek, “ çocuk orda mısın?” diye seslenmişti. Çocuklardan ses alamadı sonra Hüseyin koşarak geldi dedesinin kucağına atıldı Hz. Peygamber onu kucağına alıp öptü “ Allah’ım sen bu çocuğu sev, onu seveni de sev” diye dua etti. “ Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim, Hüseyin’i seveni Allah da sevsin” dedi. Hz Peygamber Hüseyin’i omuzunda  taşırken gören bir kişi “ Ey çocuk binmiş olduğun binitin ne güzeldir” deyince Hz Peygamber de “ binitin üstündeki ne güzel binicidir” demiştir. Kerbela’da şehit edildiğinde sırtının gömgök çürümüş olduğunu gördüler. İmam Zeynel Abidin’e sebebini sordular. “ dullara, yetimlere, yoksullara sırtında ekmek, erzak taşırdı onun izleridir” demiştir. Altı aylık olarak dünyaya geldiği, nurunun dünya yaratılmadan yaratıldığı, Kerbela’da başı kesilip mızrağa takılı olduğu halde Kur’an okuduğu, kanının yere değil göğe akıtılması, ordan yer yüzüne damla damla düşmesi, şehidedildiği gün göğün kan yağdırması, her şeyin kan olması, göğün kızıla bürünüp altı ay bu şekilde kalması, o civarda ve Kudüs’te kaldırılan tüm taşların altından kan çıkması, başının Şam’a getirilmesi esnasında bütün duvarlardan kan akması, yıldızların çarpışması, dünyanın üç gün karanlıkta kalması, gökyüzünün Yahya, Zekeriya ve Hüseyin’den başka hiçbir ölüme ağlamaması gibi anlatılar şahısları, mekânı ve zamanı kutsallaştırmış bugün şehit edildiği mekânın toprağından secde taşı yapılarak namaz kılınmakta, taşları teşbih yapılmakta, oraya kırk sürecek zorlu yürüyüşler yapılmaktadır. Hz. Hüseyin ve Kerbela olayı sadakatın, ihlasın ve imanın sınandığı tarihi bir hadisenin sözlü kültürün kuralları doğrultusunda folklorik bir anlatıya dönüşerek yeniden yapılanmasıdır. Bu dönüşüm sözel tarihin sözlü edebiyat türü şeklinde ikinci bir yaşamıdır. Anlatılar olayı o kadar derinleştirmektedir ki bireysel ve toplumsal hafızalardan silinmesi mümkün değildir.  Hz. Hasan ile Hüseyin’in gelecek kaderleri hakkında şöyle bir anlatı verilir. Bir defasında bayram günlerinin birinde Hasan’la Hüseyin dedeleri Hz. Muhammed’e (bazı varyantlarda annelerine) bize de renkli elbise giydir, dediğinde, Cebrail, Hasan’a yeşil, Hüseyin’e kırmızı elbise giydirir. Yeşil muradın hasıl olması, Allah’a kavuşma, kadere razı olmayı sembolize eder. Kırımızı ise kanı, itirazı, isyanı, yani celâlî tecelliyi, Allah uğrunda şehadeti temsil eder. Ona göre de bu iki insan Allah yolunda şehit olmuşlardır. Bazı dinî rivayetlere göre Hz. Hasan’la Hüseyin’in kaderi dedeleri Peygambere, Hz. Ali’ye, Hz. Fatma’ya malum idi. Nitekim Cebrail, Hüseyin doğduğunda Peygamberi tebrik ve başsağlığı için ziyaret eder. Peygamber buna bir anlam veremez. Cebrail, bu mazlumu senden sonra Kerbela çölünde şehit edecekler der. Bu bilgi Hz. Fatma ile Hz. Ali’ye de tebliğ edilmiş ve Hz. Ali de bir defasında, hayatımda üç şey kadar bana tesir eden, beni üzen şey olmamıştır, buyurmuştur. Bu üç şeyi; Peygamber’in vefatı, her şeyim olan Fatma’nın vefatı, evlatlarımın şehit edileceği haberi şeklinde bildirmiştir. Bir Azerbaycan anlatısında “Bizim gök kubbemiz bir çadırdı. Onu dört melek tutuptur. Her köşesinden bir melek tutup. İmam Hüseyin doğulanda Hz. Fatime onu beşiğe koymuştu. Çok melekler ah hay etti ki biz de İmam Hüseyin’i görseydik. Fatime bir ara dışarı çıkanda melekler bunu kaldırdılar semaya. O üç melek geldi İmam Hüseyin’i gördü. Biri onu görmeye yetişemedi. Fatime geri döndüğünde oğlunu beşikte görmeyip feğanetmeğe başladı. `Ay haray, ay dad, oğlumu kim alıp götürdü`. Melekler Hüseyin’i indirip beşiğine koydular. Hüseyin’i göre bilmeyen melek dedi ki `Hudaya, ben de Hüseyin’i göre bilseydim`.Hüseyin’i görebilmenin arzusu bugün Caferilerde, Şiilerde, Alevilerde ve halis Sünnilerde ortak sevdadır. Kişiliği ile de çok etkili anlatılar vardır ki bu anlatılar bir vakayı olgu, kült, ideoliji ve kutsal boyutuna taşımaktadır. Hz. Hüseyin’in büyüklüğü ve yüceliği hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar üstündür. Nitekim bütün bu belalara, zulme bakmayarak Hz. Hüseyin Kerbela’da ne beddua etti, ne ağzından düşmanları hakkında kötü bir söz çıktı, ne de ah-feğanetti, aksine son ana kadar insanları imana, ahlaka, edebe, güzelliğe davet etti. Sözlü kültürde bunu anlatan yerlerden birisi şöyledir:İmamla alay eden bir grup askere Hz. Hüseyin “Ey ümmet sizin kötü sözleriniz, alaylarınız yarın kiyamet günü önünüze konulurken ne yapacaksınız” cevabını vermekle yetinir Alaya alayla, küfüreküfürle yanıt vermez. İlahi aşkın sultanı Hz. Hüseyin Kerbela’daönce beni öldürün, evlatlarımın parçalanmasını, başlarının kesilmesini, beden uzuvlarının doğranmasını görmeyeyim demedi, insan üstü azabı çekmeğe, en çok sevdiği insanların Hz. Abbas’ın, Hz. Ali el-Ekber’in, Hz. Kasım’ın ve nicelerinin teker teker şehit olmasına, Allah’a kavuşmasına şahitlik etti. Atına binerek elinde kılıç kendine yol açarak Fırat’ın kıyısına geldiğinde 72 yerinden yara almasına bakmayarak halen savaşmaktaydı. Rivayete göre o anda Allah’tan nida geldi: Ya Hüseyin, biz sana şehadet müjdesini verdik, sen kahramanlık mı taslıyorsun.? Hz. Hüseyin hemen Yezid’in askerlerini kırmaktan kendinî alıkoydu. Bu Allah aşkının ne kadar yüce olduğunun kanıtıdır. Başka bir efsanede 72 yerinden oklanan Hüseyin’in başını kesmeye gelen askere, sen benim katilim değilsin, bu günahı işleme, sabah ahirette bunun cevabını veremezsin demesi üzerine, o adam diz çökerek ağlaması, sen bu halinle de benim ahiretimi düşünürsün demesi, oldukca heyecanla anlatılır. Kerbela baştan sona kadar folklordur, tarihin sözelleşmesidir. Onun her anı, her safhası acılı, yürekleri dağlayan, bir o kadar da ibretlik olaylarla, rivayetlerle, menkıbelerle, ağıtlarla doludur. İmam Hüseyin tarihte kıyamete kadar Müslümanların hafızasında kalacak öyle bir iz bırakmıştır ki, Kerbela folklorunu söyleyen ve dinleyenler onun tarihi gerçekliğine önem vermeden bu olaylara inanmışlar ve inanmaya devam etmişlerdir. Hz. Hüseyin’in Kerbela olayı ister zaman ve mekan, isterse de tarih ve tahayyül açısından birinin diğerine uygun düşmeyen tarafları ile bilinir. Ancak bütün bunlara halk hiçbir zaman önem vermemiştir. Halkın merak konusu Kerbela olaylarının anlamı, İmam Hüseyin’in şehitikfelsefesi, bütünlükte sözlü tarihin başlıca fonksiyonu, yani kahramanın idealleştirilmesidir. Halk, Hz. Hüseyin olayını kendi vicdan süzgecinden geçirerek beslemiş, yaşatmış, yeniden şekillendirmiştir.

Kerbela olayı İslam’ın en önemli fay hatlarından birisiydi maalesef kırıldı. Kırılan hat farklı yönlere doğru ilerlerken kırılmalar çoğaldı farklılıklar derinleşti hatlar keskinleşti. Bir din, bir Allah, bir Peygamber insanlara yetmedi folklorik malzemeyle köpürtülen vaka halkaları henüz daha kabile toplumu özelliği devam eden bir zamanda dinin gelişim ve yayılmasının önünü keserek İslam’ın rengini karanlığa döndürdü. İslam tarihi yeniden rasyonel bir felsefi metotla ele alınmalı olayın kahramanlarının/aktörlerinin psikoanalitik analizi yapılmalı sosyal tarih açısından incelenmelidir. Olaylar akılcı, eleştirel ve felsefi bir yöntemle yeniden ele alınmalı, rivayetler tenkit süzgecinden geçirilmelidir. İnsanlar neyin peşinde olduklarını anlamalı at gözlüğünü çıkarmalı, ön yargılarından kurtulmalıdır. Yeryüzünde her dil ve her din/inanç kutsaldır. Benimki seninkinden daha kutsal basitliğinden/anlayışından çıkılmalı, zincirler kırılmalı tabular yıkılmalıdır. İslam’ın bu zincirlerinden kurtarılması hiçbir zaman siyasilere ve dinci geçinen din adamlarına bırakılmamalı hemen en yakınınızdaki farklı görüşteki, inançta ki renkteki insanlarla diyaloğa geçilmeli duvarlar yıkılmalıdır. Başka da çaresi yoktur…

Yazarın Diğer Yazıları