Doç. Dr. Birol Azar

İlahlaştırdıklarımız…

Doç. Dr. Birol Azar

İlahlaştırdıklarımız…

İnsan, hayata geldiği anda diğer tüm hayvan yavrularından daha güçsüz daha savunmasız oluşuyla bakıma, yardıma muhtaç bir canlı iken nasıl oluyor da tüm dünyayı içindeki tüm canlıları yönetme başarısını gösteriyor bununla da yetinmeyip dünya dışında hayatın izlerini arıyor? Bir ceylan yavrusu doğduğu andan itibaren 15 dk içerisinde ayağa kalkmasa büyük ihtimalle hayatı başlamadan bitecekken bir insan yavrusu yıllarca ebeveynlerinin elinde özenle, emekle büyütülüp belli bir yaştan sonra yürümeye, konuşmaya başlıyor. İnsanın emekleme zamanı çoğu hayvanın yaşam sürecini oluşturmakta. Peki nasıl oluyor da güç ve kudret sahibi olup efendi, kral hatta tanrı yerine geçebiliyor. Aklı ile mi, düşünebilme yetisi ile mi? Felsefeciler, teologlar insan için sosyal bir varlık, inançlı bir varlık, geleneğin çocuğu tanımlamalarını yapsalar da gerçek olan insanın aciz bir varlıktan kudretli bir ogana dönüşmesi sadece akıl ile çevre ile açıklanacak bir durum olmadığıdır. Mitoloji bize insanın kullandığı ilk aparatın yine bir insan olduğunu söyler ki bu insanın farklı bir yüzünü ortaya çıkarır. Kurnaz, hilebaz, iki yüzlü, çıkarcı vb vasıfların akılla birleşmesi sonucu insanın kendisinin tanrısı olması gerçeğini. Bir yaratıcı olmadan nasıl var olunur? Bu soruyu genel kullanımdaki anlamıyla düşünmeden cevaplayabilirsek insan nasıl tanrısallaşırı daha kolay bulabiliriz. Mitolojide otogenez denilen kendini kendinden doğurmak Tanrı kavramına işaret ederken dünyada tanrı adına hareket edenlerin nasıl tanrısallaştığı toplumsal yapının sosyolojik paradikmalar düzleminde tahliliyle net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Mitoloji ve dinler tarihinde kendini yaratan tanrılar, evrenin ve diğer varlıkların kökenini açıklamak için kullanılan güçlü bir arketiptir. Bu tanrılar, hiçbir dış müdahale olmadan kendi kendini doğurma veya kaostan düzen çıkarma  gibi özellikler taşır. Günümüzde toplumların tanrısallaştırdığı siyasi liderler, şarkıcılar, sporcular vs. bu akışın hangi aşamasında ortaya çıkarlar daha doğrusu toplum hangi hezeyanların sancıların sonucunda şahısları ilahlaştırır?  Mitik hikâyeler bize tanrıların nasıl var olduklarını ait oldukları toplumların kültürel süreçlerini dikkate alarak açıklar. Antik Mısır’da Atum kendi kendine var olan ilk tanrıdır. Erkek ve dişi prensipleri kendi içinde taşıyarak hava ve nem yaratır. Bu yaratıcı gücün tek bir kaynaktan türemesini simgeler. İslam mitoslarında ve Yahudi anlatılarındaki kaburga vakasını anımsatır bu durum. Başlangıçta sadece erkek vardı tanrı, uyurken erkeğin kaburga kemiğinden kadını yarattı belki de bu yüzden kadında erkek, erkekte kadın vardır. Anima ve animus Carl Jung analitik psikoloji ekolünde kolektif bilinçdışı teorisinin bir parçasıdır. Jung animusu bir kadının bilinç dışı erkek tarafı ve animayı da bir erkeğin bilinç dışı kadın tarafı olarak tanımlar. Teferrutagirmeden devam edelim… Hinduizm’de kendinden doğan Brahma, kendiğinden var olarak anılır, Yunan mitolojisinde Phanes, ilk ışık ve her şeyin kökenidir, kaostan çıkarak kendi kendini yaratır o da çift cinsiyetlidir, Azteklerde, Ometeotl, hem erkek hem dişi yönleriyle kendiğinden var olan bir tanrıdır, İskandinav mitolojisinde Ymir, boşluk içinde kendiğiliğinden oluşur, bedeninden dünya yaratılırken koltuk altındaki terden varlıklar ürer. İslam’da doğmamış ve doğurmamıştır.  Bu ve benzeri mitler, insanın kendi kökenini anlama kaostan düzen çıkarma anlayışının yansımalarıdır.İnsanın anlam arayışı neolotik dönemlerden itibaren süregelmiş dijital çağda anlam arayışı anlam kaymalarıyla düşünmeden akletmeden bir kişiye sığınma/bağlanma derecesine gerilemiştir. İnsanların Tanrı düşüncesinin bir tarihi süreci var elbette. Farklı zaman dilimlerinde ve farklı toplumlarda farklı anlamlar kazanan. Bir kuşakta belli bir süreçte oluşturulan Tanrı fikri başka bir kuşakta anlamsız kalabilmiş. İbrahim’in, Musa’nın ve daha sonraki peygamberlerin hepsinin Tanrı’yı aynı bugün bizim hissetiğimiz gibi yaşadıklarına inanırız. Ama üç büyük dine bakarsak hiç de nesnel olmayan bir Tanrı görüşü karşımıza çıkar. Her kuşak, her toplum kendisi için geçerli olan Tanrı imgesini yaratmak zorunda kalmıştır. Her toplumun kendine ait bir tanrı tasavvurunun olduğu Tanrı’yı yukarı gökyüzüne hapsedip onun naiplerini tanrısallaştırıp yeni ilahlar ortaya çıkardığı da yine kadim zamanlardan beri görülen bir realite olarak belirtmek gerek. Tanrı’yı bir mekâna hapsederseniz yeni ilahlar her konuda kendilerine yeni sahalar açacak Tanrı’nın adına hareket edip ilahlıklarını pekiştireceklerdir. Belki de bu yüzden insanın vicdanına yönelmesi bize şah damarımızdan daha yakın olanı başka yerde ve başka bedenlerde aramaması gerekir. Haz çağında korkunç olan şahısları, akımları, modayı, markayı tanrısallaştırmamız sonra da cahiliye devrindeki helvadan tanrılar gibi onları tüketmemizdir.

 


 

Yazarın Diğer Yazıları