Doç. Dr. Birol Azar

Ekmeğimiz Kırıldı…

Doç. Dr. Birol Azar

Ekmeğimiz Kırıldı…

Tasavvufi düşüncede insanın yaratılmadan evvel ervah aleminde var olduğunu bu alemdeyken yaratıcıya ondan başkasına tapmayacağına dair söz verdiği ifade edilir. "Elestü bi rabbiküm" "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorulmuş ruhlarımız da "Kalü Bela" yani "Evet Ya Rabbi sen bizim Rabbimizsin" diye cevap vermiştir. Burada yaratıcıyla bir sözleşme yapılmış sonra cismani bir varlık halinde dünyaya gönderilmişiz. Genel teamül böyle bir sözleşmeyi insanoğlunun onayladığını sonra da  verdiği bu sözden caydığı şeklindedir. Yaratılmışlar içerisinde eşrefi mahlukat olan insanın nankörlüğüne sebep ne olabilir? Cole, en büyük kötülüğün “içimizdeki şeytan” olduğunu, en çok bizim gibi görünüp konuşanların tekinsizliğine aldanıp yoldan çıktığımızı belirtir. İnsanoğlu yaratıldığından beri kötülüğün sebebini hep başka bir yerde aramıştır. “Kötülük benim iyiliğim olacak” diyen Lucifer, gibi her eyleminin arkasında iyilik olduğu yanılsaması mıdır insanın nankörlüğü? Felsefe tarihi boyunca insanın ahlakiliği özgürlüğü nispetindedir yaklaşımı kabul görmekle birlikte kötü eylemlerde bulunanları kötü, iyi eylemlerde bulunanları ise hep iyi diye düşünmedik mi?

 Gerçekte insan mezarında ölümü bekler. Yaşadığımızı sandığımız hayat bizim mezarımızdır. Mezar da insanı özgürleştiremez. Kaygılar, hesap verilebilir olma, dini ve ahlaki yaptırımlar özgürlüğün prangalarıdır. Tasavvufta ölmeden önce ölünüz düsturu içselleştirilmiş bir özgürlük ifadesi midir? Her şeyden sıyrılma, vazgeçme tutkulardan, bağlardan azade olma hali akıl ve sorumluluk verilen kişi için mümkün müdür. Bu işte bir çelişki yok mu? Aklı olmayan ama nefsi olanların durumu nolacak onların eylemleri skorboardda görünmeyecek mi? Suç teorilerinde bir suçun oluşabilmesi için suç işlemeyi kafasına koymuş potansiyel bir suçlu, suçluyu kendisine çekecek kadar değerli ve çekici bir suç hedefi ve son olarak da suça hedef olan şeyi veya kimseyi koruyabilecek kapasitede bir koruyucunun olması gerektiği savunulur.

 Suçun oluşabilmesi için bu üç unsurun hepsinin mevcut olması gerekir. Bu saç ayaklarından birinin denklemden çıkarılması ile suç oluşumu engellenmiş olur. Dünya hayatında insanın ahlakiliğini yitirmesine, suça bulaşmasına, verdiği sözden dönmesine sebep olan suç üçgeni hali hazırda bekletilmiyor mu? Bu durumda tarihte ilk savaş karşıtı açıklamayı yapan Ömer Hayyam haklı olmuyor mu? “ Tanrı bizi çamurdan yarattığında biliyordu, bu dünyada ne işimiz olacak. İşlediğim günahlar hep O’nun emriyledir. O halde cehennemde beni niçin yakacak? İsyan edip karşısında duracağım, neredesin? Karanlığı ışığa yoracağım neredesin? İbadete karşılık cenneti alacaksam bağış mı, ticaret mi? Diye soracağım neredesin? İnsan yaratılırken her eyleminin bilinmesi yaptıklarından sorumlu olmaması anlamına mı geliyor? Bu yaklaşım da açıkgözlülüktür. Her eylemi kadere bağlayıp sonra arınma zamanlarında neden arınma ihtiyacı hissederiz? Paradoks neredeyse her adım başında örtülü beklerken dünyanın muazzam bir nizam içerisinde olduğu fikri yine de çok rağbet görmektedir.

 Din bu dünyanın sınav yeri olduğunu, akıl ve nefisle sınavdan başarı ile geçenleri cennetin beklediğini bildirir. Bu durumda irade devreye girer kişi Tanrısallaştırılmış olur. Kendisinde Tanrısal irade gören insanın Tanrı gibi davranmasıyla da işin mahiyeti değişir. Sorgulamaya başlar Hayyam gibi… İnsan bu karmaşık denklem içerisinde çoğu zaman Tanrısal yönünü unutarak aciz, zavallı, çaresiz bir şekilde kendini görür. Acziyetinin giderilmesi noktasında yaratıcıyla Kalu bela dediği zamanlara özgü sözler verir akidler yapar. Gelgelelim hiçbir zaman verdiği sözleri yerine getiremez. İnanç verilen sözün tutulmamasının kişiyi cehenneme götüreceğini söylerken insan kıt aklıyla! başında ekmek kırarak verdiği ama tutamadığı sözün kendisine getireceği belalardan kurtulmak ister. Bunu yaparken de mitolojik dönemlerin kutsal bitkisi, Havva’nın cazibesine dayanamadığı, Yunus’un himmetten daha değerli görüp takas etmediği buğdayı kullanır. Yaşamı için kutsal saydığı bir yiyeceği başında kırarak sembolik bir af ritüelini yerine getirir. Bu ritüel, yaşamın devam etmesini isteyen, farkındalık gösterisidir. İnsan yaratıcıdan af dilemek için bu ritüeli yerine getirirken kendi günlük dünyasında ekmek kırılmasını farklı anlamlandırmıştır. İki kişi arasında düzelmeyen ilişkileri ifade için “onların ekmeği kırılmış” lafzını kullanmış, bir türlü diğer insanlar tarafından sevilmemesini ise “ekmeğimde tuzum yok ki” diye açıklamıştır. Eşler arasının bir türlü düzelmemesi kırılgan bir düzlemde gitmesi “ekmeklerinin kırılmasına” bağlanmış, kişinin nankörlüğü tuz ekmek hakkını bilmemesi ile ifade edilmiştir. İnsanoğlunun macerası ruhlar aleminde verdiği sözle başlamış, sayısız kez sözünden dönmüş peygamberler gelmiş, kitaplar inmiş, hep …mış gibi yapıp işin sonunu ekmek kırmağa bağlamıştır! Bugün sadece yaratıcı ile ekmeğimiz kırılmamış, toplumsal yaşamda, aile içi ilişkilerde hepten ekmeğimiz kırılmış gibidir. Belki de o yüzden dünya mutluluk endeksinde hep sonlardayız, belki de o yüzden selam dahi vermiyoruz birbirimize belki de bu yüzden Gazze, Doğu Türkistan acı ile ölümü beklerken slogandan öteye geçemiyoruz televizyonlar göstermese belki slogan dahi atmayacağız. Ekmeğinizin kırılmayacağı ilişkileri sağlamlaştırmanız dileğiyle…

Yazarın Diğer Yazıları