Aytuğ İzat

Barıştan Kaosa, İngiliz Patentli 'Öç - Alma' Operasyonu!'

Aytuğ İzat

Barıştan Kaosa, İngiliz Patentli “Öç-Alma Operasyonu!” 

 

Devlet yönetiminde kararların akılla, vicdanla değil de dış güçlerin güdümünde alınması, beka tartışmasını kaçınılmaz hale getirir. Bugün yaşadığımız da budur.

 

Kömür, makarna ve sadaka ile biata alıştırılmış kitle, yöneticilerini sorgulamak yerine her musibetin suçunu muhalefete atar. Gücü elinde tutanlara da,haşa, “Alah’ın tüm meziyetleri onda” şirkiyle, kutsiyet yükleyerek, onların hatalarını temizleme göreviüstlenr.. İşte tam bu zihniyet, dış operasyonların içeride kolayca zemin bulmasını sağlar.

 

Tarihin en ağır yenilgisini Atatürk önderliğinde Türk milletinden yiyen İngilizler ve Batı, hâlâ bu hesabı kapatmanın peşindedir. Cumhuriyet’i sarsmak için içerideki işbirlikçileri kullanırlar. “Eşit vatandaşlık” masalı ve “olmazsa ülke batar” sopasıyla kurulan, adına “barış” yaldızı vurulmuş ama gerçekte Türkiye’yi bölmeye ayarlı olan “Öc-Alma Komisyonu” bunun en net örneğidir.

 

Bugün bize demokrasi ve özgürlük dersi vermeye kalkan dayatmacı ve sömürgeci ABD, 1700’lerden itibaren çok uzun süre, köle ticareti ve istismarında başrol oynuyordu. Obama’nın babası bile kendi soyundan insanların köle pazarlarına sevkinde köle ticaretine hizmet etmekle kayıtlara geçmiştir.) Afrika’dan getirilen siyahiler, köle pazarlarında hayvan gibi satıldı. Güney eyaletlerinde tarlalarda karın tokluğuna çalıştırıldı.

 

Federal hükümetten eyaletlere mali destek konusu nüfus ile ilişkilendirilene kadar sorun yoktur. Gelsin bedava işgücü, üretim artsın, WASP üyesi beyaz patronların (White Anglo Sakson Protestan) tek derdi göbeklerini kaşıma zahmeti olsun.

Federal Hükümette temsil edilme ve nüfusa orantılı federal mali destek konuları gündeme gelince, kuzey ile güney eyaletleri arasında “hır” çıkar. Güneyde köleler insan diye sayılmadığından, güney eyaletleri Temsilciler Meclisi’nde sayıca üstünlüğü ve eyaletlere toplanan vergilerden ayrılan payın büyük miktarını Kuzey eyaletlerine kaptırır. Kuzey giderek zenginleşip, ilerlerken Güney acımasız kapitalist yarışmada nal toplamaya başlar.

Hır çıkması kaçınılmazdır ve çıkar!

Güneyliler, bedava çalıştırdıkları ve Anayasal hakları bulunmayan kölelerin de insan sayılması yönünde akli ve vicdani gerekçeler sunma yerine, ekonomik gerekçelerle itirazlarda bulunurken, kuzeyliler kölelerin beyaz insanlarla eşit sayılamayacağı tezine başvururlar. 

Komisyonlar kurulur, tartışmalar alevlenir. Neticede şu soru bilim adamlarının incelemesine sunulur: “Siyah kökleler de insan mıdır? İnsansa insanlık değerleri beyazların yüzde kaçı kadardır?” Komisyon incelemelerinin ardından şu tarihi ve rezil karar, 1787 yılında, Amerikan Kongresinde alkışlarla alınarak Anayasa’larına bir madde eklenir:

 

“Siyahiler, beyazların ancak beşte üçü değerinde insandır.”

 

Gelelim uygulamaya: Madem ki oy verenlerin insanlık değerleri farklı, o halde, farklı sandıklarda oy kullanılıp, insanlık yüzdeleri oranında değerlendirilmelidir. 

 

Nitekim siyahiler farklı sandıklarda oy kullanmaya sevk edildikten sonra, toplanan oyları beşte üç oranında sayılıp, işleme konuldu. 

 

Sonraki yıllarda, Anayasa’nın bu maddesi tekrar değiştirilip uygulamaya son verilesine rağmen, ırkçı uygulamalar 1980’lere kadar devam etti. 

 

Sadece köle muamelesi gören siyahilerle sınırlı kalmayıp, Amerika’ya ilk yerleşen yerliler (yanlış bir ifadeyle Kızılderili diye adlandırılanlar) ise soykırımla ve ihanet edilen antlaşmalarla toplumdan büyük oranda soyutlandılar..

 

Gelelim günümüze..

Ama dikkat edin: ABD’de eşit insan diye kabul edilen siyahilere ayrı eyalet verilmedi, kendi ordularını kurma hakkı tanınmadı, resmi dil ayrıcalığı sağlanmadı. Sesini yükseltenler derin devlet mekanizmalarıyla susturuldu, susturulmakta.

 

Bizde ise durum bambaşkadır. Anayasa’nın 10. ve 66. maddeleriyle herkes eşit yurttaştır. Kimsenin nüfus cüzdanında “etnik köken” yazmaz.

 

Tarihte bizde “köle insan mıdır, değil midir?” diye tartışan bir komisyon kurulmamıştır. Cumhuriyet’in kurucu felsefesi herkesi aynı kimlik altında toplamıştır. Yahudi veya Ermeni vatandaşlarımız azınlık statüsü istememiş, Türk vatandaşlığıyla eşit hak ve görevleri paylaşmıştır.

 

Bugün TBMM’de Kürt kökenli vekiller nüfuslarına oranla fazlasıyla temsil edilmektedir. Hatta devlet kademelerinden tutun ticaret alanına kadar bilhassa Ak Parti iktidarı döneminde Türk harici etnik kökenlere öncelik tanındığı ve bir proje istikametinde bu kadrolaşma sürecinin  işletildiğini düşünüyoruz… Eğer bir dengesizlikten söz edilecekse, o da kendini Türk kimliğiyle tanımlayanların temsil noktasındadır.

 

Bugün Türkiye’den “eşit vatandaşlık” adı altında etnik ayrışmayı kışkırtan Batı, kendi ülkelerinde en ufak bir ayrılıkçı talebe tahammül etmemektedir. İspanya’da Katalanlara bağımsızlık hakkı tanımayan, Fransa’da Korsikalılara ayrı kimlik vermeyen Batı, sıra Türkiye’ye gelince “çoğulculuk” maskesi takmaktadır.

 

Afrika’yı kabilelere bölerek yöneten Batı, şimdi aynı senaryoyu Ortadoğu’da ve Türkiye’de sahneye koymaya çalışıyor. Dün köleleri beşte üç insan sayanlar, bugün Kürtleri “eşit vatandaşlık” bahanesiyle Türkiye’den koparma derdinde. Ama aynı Batı dünyası kendi birliklerini (AB gibi) ve üniter yapılarını güçlendirmek için her şeyi göze alıyorlar!

 

Farz edelim ki, terör örgütünün siyasi uzantısı DEM’in talepleriyle kimliklere etnik ve dini işaretler konuldu. Bu durumda Laz, Çerkes, Arnavut, ateist ya da farklı cinsel kimlik grupları da aynı şeyi istemeyecek mi? Ayrı sandıklar mı kurulacak?

 

Bir çocuk, dedesi Türk, ninesi Ermeni, babası ateist, annesi Kürtse hangi kimlik hanesine yazılacak?

 

Bu yolun sonu parçalanmadır. Oysa Cumhuriyet’in temel felsefesi, herkesi tek kimlikte birleştirerek devleti güçlü tutmaktır. Türk milleti, Kurtuluş Savaşı’nı hangi kimlikten olduğuna bakmaksızın omuz omuza kazanmıştır. Bugün de aynı birliktelik dışında çıkış yolu yoktur.

 

Son Söz

 

Türkiye, Batı’nın dayattığı ve her türlü dış müdahalelere açık beka parametrelerimizi alt-üst edecek hiçbir “komisyona” veya çeşitli ambalajlarla kamuoyuna sunulan süreç yönetimlerine boyun eğmemelidir. Çünkü bu sözde “eşitlik” ve “barış” projeleri, ne halkımızın kardeşliğini pekiştirmekte ne de ülkemizin huzurunu sağlamaktadır. Tam tersine, İngiliz patentli bir öc alma operasyonu olarak, bizi kimliklere ayırıp zayıflatmayı, Cumhuriyet’in kurucu ruhunu unutturmayı hedeflemektedir.

 

Bugün yapılması gereken bellidir:

Cumhuriyet’in çatısını ayakta tutan o büyük ilkeye, “Ne Mutlu Türküm Diyene” irfanına sarılmaktır. Bu söz, bir etnik kökenin üstünlüğünü değil; farklı kökenlerden gelen milyonların tek millet olma onurunu ifade eder. İşte bu yüzden bölücülüğe verilecek en net cevap, Türk kimliğinin birleştirici gücünü savunmak, devletin bekasını sarsacak her girişime daha baştan “hayır” demektir.

 

Unutmayalım: Biz bu toprakları ancak “ortak” bir kimlikle savunduk, Cumhuriyet’i de ortak bir kimlikle kurduk. Yine aynı kimlikle, aynı bilinçle geleceğe yürüyeceğiz.

 

Ülkemize ve insanlarımıza iyi bir gelecek bırakmak istiyoruz. İdealimizdeki gelecek, korku ve endişelerimizden uzak bir gelecek olacaktır. Eğer hasretini bir gelecek tasarlayacaksak, bu ancak bizzat hayat sebebimiz olan çektiğimiz değerlerimize öncelik tanımakla ve o değerlere olan boyun borcumuzu yerine getirmekle mümkün olacaktır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları